Yüzeye yaklaştıkça basınç azalırmış!
Semaya yükselmenin, sıkıntıdan kurtulup her şeyi yukarıdan izlemenin yolu; aşağı atlamak. Aşağı düşerken yaşadığın boşluk hissinin, aylardır hissettiğin boşlukla benzer olması ve sonrasında göğe yükselirken ki doluluk, olgunluk.. ironik! _diye düşündü. Yüzeysel olan her duyguyu reddetmişti ve şimdi bu yoğun duyguların verdiği basınç beynini zonklatıyordu.
Düşünmek yeterli tabi çünkü onun bunu yapacak cesareti yoktu, sigarasını içmeye devam etti. Bayağı düşündü ama ölünce göğe yükselme fikrinin nereden çıktığını. İnsanların öldüklerinde yerin altına girmelerine rağmen ruhlarının yukarı yükseleceğine neden inandıklarını.. Neyse ölse eğer sonrasında olacakları, arkasında -belki- yalnızlıklarına ağlayan insancıklar bırakacağını.. Basınç ve derinlik sevdasına nereden kapıldığını.. Düşünürken laf lafı açardı onda, henüz annesini kaybetmemişti. Ve ölümün ne olduğuna dair bir fikri yoktu. Düşündükçe düşündü..
Artık bi` an geldi karar verdi; “bitti!”.
Sonra ki an sordu kendine, “neden?”.
Kafada bitirmek yıllar alır belki ama bir solukta çıkıyor ağızdan bitti mi bitti!
“Atlamayı düşündün kızım ciddi ciddi!” balkonda çöktü duvarın dibine. Bir eli yeni kestiği saçında, sağ elinin iki parmağı arasında bi` sigara, baş parmağı şakağında ve gözlerinde yaşlar. Tüm şehir pis sisli, puslu havasıyla -ki gözleri yaş dolu- olduğundan da karanlık ve kirli göründü gözüne.
Beyninde bir şarkı, sürekli tekrarda. Şarkıyı söyledikçe eli daha derinlere gidiyor, gözleriyle birlikte. Her satırında şarkının bir kaç tel saç daha kopup geliyor ellerine her satırında şarkının üçer-beşer kareler geliyor gözlerinin önüne. Ona yapılmasına izin verdiği şeyler için öfke duyuyor. Ama kendine! Basınçlı öfke! Bu beyin insana neler etmez? Bir nefes daha, ciğeri yansın diye ama sadece izmaritten dudakları yanıyor.
Eh ağlamak tabi bu da; ses çıkarmadan katıla katıla ağlamak bu. Bir isyan. Kendi değerini -artık- tartmaya başlamış bir kadının son isyanı.
*
*
2 Yorum
Deniz
Bence o düşüşü o yükselişi hayal etmesi kadının içinde herseyi güzelleştirmesi ile alakalı zaten bu kadar sevmemiz de bundan değil mi karşımızdakini de içimizde o kadar güzelleştirip değer veriyoruz ki bazen ederi bile verdiğimiz kadar olmasa da sonra bence bizi kahreden içimizde güzelleştirdiğimiz o insanı kaybetmek değil içimizdeki güzellikten bir parça daha kaybetmek sonra ne oluyor kendimize zarar veriyoruz belki saçımızı kesiyoruz belki bağıra bağıra ağlıyoruz sabah kalkınca davul gibi bir yüzle uyanıyoruz belki köpek gibi içiyoruz ama ne yaparsak yapalım yine kendimize yapıyoruz çünkü bunları başlatan yine biziz…. sevgiler 🙂
aysun
selam Deniz, ilk yorum 🙂
bir insanı içimizde güzelleştirme durumu ile ilgili psikoloğum derdi ki; “bir insanı değil, o bir insanın sana yaşattığı his vaz geçilmez olan”. yani yanındaki adamla “birken” her ne olduysan onsuzlukta aradığın/özlediğin şey de gene olma arzundur. biraz acımasız bir öz eleştiri gibi görünüyordu o anda bana. ama şu an durduğum yerden bakınca pek de haksız bulamıyorum. yorumunun son cümlesine ufak bir selam vererek diyebilirim ki bunu tercih eden de gene biziz.
sevgiler benden =)